Fesleğen
Bir rüya görüyorum ya da süslü adıyla bir hülya.
Afili bir girizgâh yaparak vuruyorum mührü şiirimin alnına!
Bir tayf görüyorum, belki bir belki ikinci saniyesinde rüyamın.
Art arda tayfunlar gerçekleşiyor Nuh’un gemisinin gökyüzünde,
İlerliyorum biraz telaş biraz ne olduğunu bilmeyen bir vaziyetle
Bu vaziyeti vazife edinip haykırışlarını duyuyorum kalabalıkların
“Ahmet Can” ismi yankılanıyor kulaklarımın sağırlığında,
Koşuyorum belirginleştirmek için belirsizlikleri
Ve tanıdık yüzler serpiştiriliyor gözlerimin çırılçıplaklığına
Bir adım daha atıyorum ve “Anam!” diye bağırıyorum
Yarı taşra yarı modern bir ağızla
Önce annemi karşımda görüyorum ve hâlâ haykırışlar sürmekte
Annem yine o mahçup sevecenliğiyle,
Bak kimler yanımda; “tanıdın mı Özgecan ve Esin ablanı diyor.”
Tanıyorum anne diyorum yutkunamayarak
Ve o an bana bir şey oluyor ve ben adını koyamıyorum
Tek bildiğim yüzüme tonlarca su çarpıldığı,
İki dudağımın birbirine vurarak sayıklamakta olduğu
Dilimin her döndüğünde dört harfli bir lisan “Anne.”
Sayıklayarak ayıklamaya çalışıyorum rüyamdaki gizi.
Göz kapaklarımın ötesinde milyonlarca anne,
Gözlerimin maviliğinde masmavi bir gökyüzü
Heyecanla gökyüzünde bir Bulut görüyorum
Ve hemen Emine koyuyorum adını o güzel bulutun
Sonra Kavak’a Hatice ve Gürgen’e Fatma diyerek sesleniyorum.
Bülbül şakıyışını duyuyorum Mehtap vurmuşken uçsuz bucaksız denize,
Anne kavramını kanunlaştırıyorum tüm vicdani yasalarımda
Gözlerim dolmakta burada ve hırçınlaşmakta kalemim
Yazmak için annemi ve milyonlarca anneyi
Dört harfli bir lisanı, dilim döndüğünce “anne’yi…”
Anne kavramını hiçbir kalıba koymadım ben.
Çünkü “anne” benim için ne bir ideolojiydi,
Ne de çözümlenemeyen bir bilmece
Anne, benim için salt mutluluk demekti
Tüm karşılıklı aşk klişelerini yıkan,
Çoğu zaman seven ve karşılık beklemeyen
Sallandığında çişinin geldiğini bilen
Hayattaki tek korktuğum şeyin o asırlık terlik olduğunu bildiğim,
Varlığının sahi ve sonsuzluğununda baki olduğunu hissettiğim
Korkarak geceleri koştuğum o holün sonunda beni bekleyen
Hastalandığımda adeta bir lokman hekime evrilen
Yalnız bedenimdeki değil ruhumdaki yaraları da iyileştiren
Dört harfli bir ana dil, bize hiç yabancı olmayan…
Bırakıyor şair burada kalemini ve geri dönüyor rüyasına,
Şehit analarını görüyor önce ve üzülüyor bir hayli
Biliyor ki vatan annedir ve anneler de bir vatan
Ne vatansız kalabilir bir toplum ne de annesiz.
Sessizlik çöker öyle olduğunda tüm neşeli saatlere,
Diyerek selamlıyor şair, milyonlarca anneyi
Ve bir yeşil orman beliriyor şairin gözlerinde
Anneler birer ormanı oluyor özgürlüğün
Bilirsiniz diyor şair burada;
Zaman zaman yangınlar çıksa da annenin yüreğinde
Hiçbir müteahhit ve dozer giremez o ormanlara
Çünkü anneler fidanlarını korur der burada şair
Ve geri döner sayıklamalarına “Anne!” diye
Bu şiiri yazan bir şair midir?
Yahut anne şiirini yazmak için şair mi olmak gerekir diyerek,
Açtım gözlerimi ve anneme koştum o canavarlı holü geçerek
“Biliyorum.” dedi annem dizlerine yattığımda
Anne dedim hıçkırarak a-n-n-e nedir anne?
Sustu önce ve bir müddet saçlarımı okşayarak,
“İleride bir kız çocuğun olunca onu annen gibi sev.” demesiyle
İrkiliyorum ve doğruca odama koşup ve yanıma bir kâğıt kalem alıp
Ütopyalar oluşturuyorum zihnimin derinliklerinde
Annelerin öldürülmediği hayaller kuruyorum
Ormanları filizlendiriyorum gözlerimde ve çiçekleri seviyorum
Anneme “bu şiirin başlığı çiçek olsun mu diyorum?”
Annem “sevgini belirt onu genelleştirme diyor.”
Balkondaki fesleğen kokusu geliyor burnuma,
Annemin her gün suladığı
Ve orada bir ütopya ormanı yeşerteceği
Kadınların ve annelerin öldürülmediği
Ütopyanın başlığına “Fesleğen” diyerek,
Şair burada veriyor özgürlüğü okuyucusuna
“Sevgini belirt.”diyor belirt ki yücelsin annelik
Tüm insanlığın omuzlarında…
Ve ben işte böyle yazıyorum anne şiirini,
Bir rüyada ya da süslü adıyla bir hülyada.
Ahmet Can Gülenç