Merak Salgını
Deniz ve ışığın sade teslimiyetine sabah kapısını çoktan açmıştı ki Evrim, içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışmaktan yorgun düştüğü gecenin kalıntılarını bir avuç suyla yüzünden sildi. Saat sabahın beşi dedi yelkovan ve akrep gayet habersiz bulundukları gerçekliğin içinden bir ses gibi yankılanarak algısında. Aynada gördüğü bir yüz bile yoktu artık. Vestiyere yaklaştı ve ayakkabısını alıp sokağa çıkmaya hazırlandı. Defalarca gördüğü bir filmin başrol oyuncusuydu kendi hayatında ona göre ve bu film o sabah her zamankinden daha bilindik geliyordu.
Kıyıya vardığında etrafa isteksizce bir göz gezdirdi. Kimse yoktu görünürde. Denizin derinliğine mi yoksa kendi içinde bulunduğu isteksizliğin derinliğine mi dalıyordu? Sadece zaman gösterecekti besbelli.
Defalarca kez sormuştu kendisine bir insanın yazgısının ona hangi yoldan bulaşabileceğini. Sadece bir cevap geliyordu aklına: İnsandan insana. Evet, bir insana yazgısı başka insanlardan bulaşıyordu.
Evrim için deniz, onun teslimiyetiydi. O sefil günlerinde sadece denizin bereketi sayesinde geçimini sağlamıştı. Denizde bulduğu her kısmetin ardında kendi cengâverliği vardı.
O sabahki dalışın ardından üç gün geçmişti ve Evrim artık dalış yapmak istemiyordu. Bunun nedeninin gördüğü şey olduğunu düşündü. Denizin dibinde karşılaştığı o garip metal yığınına aklı takılmıştı. Cesaretini sorgulamaktan korkuyordu fakat aslında sorgulamasına da gerek yoktu çünkü o metal yığınının hayatına dokunmasına zaten izin vermişti çoktan. Tekrar gitmeli ve orda gördüğü şeyi incelemeliydi.
Bir hafta sonra tekrar dalış yapmak için yine sabahın erken saatini seçti. Yığının bulunduğu noktayı bulmakta hiç zorlanmadı. Korkusunu her soluk alışında bastırmaya çalıştığı için, içindeki frenlenemez merakın kıyıya vurmasına denk gelen zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.
Yığının tam olarak neye benzediğini kestiremiyordu. Belki bir gemi kalıntısıydı ya da bir uzay gemisi. Hatta belki de bir yaratık. Etrafında biraz dolaştıktan sonra ona dokunmaya karar verdi. Çok uzun zamandır onun orada olabileceğini düşünüyordu. Kapağa benzer bir parçayı kaldırdı ve altında bulunan garip kutuyu fark etti. Kutuyu almaya çalışırken etrafa telaşla saçılan küçük balıkları savuşturmaya çalıştı. Kutuyu oracıkta açtı ve içindeki küçük şişelerden bir tanesini alıp cebine koydu. Bir parfüm şişesine benziyordu. Su yüzüne çıktı ve şişeye bakmaksızın evin yolunu tuttu.
Eve vardığında yorgun düşmüştü ve şişeyi düşünmedi bile. Yatağa yığılıp kaldı. İki saat sonra şişe aklına gelerek uyandı. Şişeyi cebinden çıkardı ve dikkatle incelemeye başladı. Tereddüt etmeksizin kapağını açtı ve kokladı. Bu şişenin içindeki şeyin bir kokusu yoktu. Sıvı madde mavi renkteydi ve şişenin yarısını kaplıyordu. Yapabileceği en iyi şeyin şişeyi bir laboratuvarda inceletmek olabileceğini düşündü.
Bir hafta sonra laboratuvardan sonuçlar geldi. Şişenin içindeki maddenin bir çeşit yağ olduğundan bahsediliyor fakat tanı koyulamıyordu.
Evrim bir ay sonra garip şeyler hissetmeye başladı. Bedeninde anlayamadığı bir gerginlik vardı. Sürekli su içmek istiyordu. Bunun nedeni üzerinde çok düşünmedi. Büyük ihtimalle önemsiz bir nedeni vardı. Artık her yerde su şişeleri bulunduruyordu. İştahı da azalmaya başlamıştı. Eskisi gibi canı tatlı da çekmiyordu. Zamanla saçları dökülmeye başladı ve vücudunda hissettiği gerginlik de varlığını hala koruyordu.
Sebebini bilmediği rahatsızlığını artık ciddiye almaya başlamıştı ki o sabah aldığı gazetenin ilk sayfasındaki haber dikkatini çekti. Kendisinde gördüğü belirtilerin olduğu çok sayıda hasta olduğu yazılıydı. Üstelik hepsi onun bulunduğu şehirde yaşayan hastalardı. Bütün bunların nedeninin ne olduğunu bilmiyordu. Büyük ihtimalle bir bulaşıcı hastalık vardı gündemde ve kendisi de bunun bir kurbanıydı.
Haberler gün geçtikçe daha da yayılıyor, televizyonlarda aynı belirtileri gösteren insanlarla ilgili haberler çıkıyordu. Evrim çok halsizdi ve izole olduğu yaşamının yalnızlık çemberinde sıkışıp kalmış, doktora bile gitmek istemiyordu.
Hastalığın belirtilerinin başlamasının üzerinden tam iki ay geçmişti ve bir sabah kapısı çalındı. Sadece alışveriş yapmak için dışarı çıkıyor ve hesabında kalan paranın son zerrelerini harcıyor olduğu için kaygılı olduğundan, gelenin annesi olduğunu umarak kapıyı açtı. Gelen baş belası çocukluk arkadaşı ve belirsiz, aşk benzeri hisler beslediği Renk ’ti.
Renk onu tam üç yıldır görmüyor olmasının rehavetiyle boynuna atıldı. Her zamanki neşesiyle yanağına bir öpücük kondurdu ve ondaki garipliğin farkına varması uzun sürmedi. Aralarında bilindik bir konuşma geçemezdi artık çünkü Evrim gerçekten kötü görünüyordu. Evrim için artık tüm renkler renksizdi, hatta çocukluk aşkı Renk bile. Renk ’in ısrarıyla da olsa doktora gitmeyi kabul etti. Doktor onun en büyük korkusuydu. Kendisine hasta olduğunun söylenmesinden ve bunu kabul etmekten hoşlanmıyordu. Fakat hastaydı ve çevrede onun gibi hasta olanların sayısı gitgide artıyordu. Hastalığın nedeni araştırılıyor ve belirli bir açıklama yapılmıyordu. Bu konuda bazı kişiler televizyonda konuşuyor ve hastalığın nedenleri hakkında varsayımlar öne sürüyordu. Kimse belirsiz bir açıklama yapmaktan öteye gidemiyor, her geçen gün hastalık etrafa yayılıyor, nasıl bulaştığı dahi bilinmiyordu. Uzmanlar bu konuda alınabilecek önlemlere odaklandığında artık çok geçti çünkü hastalık tüm dünyayı saran bir illet olup çıkmıştı.
Herkes sadece su içerek kendini iyi hissettiğini söylüyordu ve bu hastalığın üstesinden bu şekilde gelebileceklerini varsayıyorlardı.
Evrim odasının camından dışarıyı izleyerek geçirdiği günlerden birinde denizin üzerinde bir hareketlenme fark etti. Sonra mavi bir ışığın gökyüzündeki bir cisimden suya yansıdığını şaşkınlıkla gördü ve aynı şaşkınlıkla cismin yeryüzüne inmesini izlemeye koyuldu. Cisim, bir taş kütlesini andırıyordu ve tıpkı bir elmas gibi parlıyordu. Tekrar gözlerini açmadan önce gördüğü son şey buydu.
Üç ay sonra gözlerini açtığında hiçbir şey hatırlamıyordu. Renk, yanı başında ve onun uyanmış olmasına sevinerek müjdeyi verdi.
-Hastalığın çaresi bulundu. Seni iyileştiren onların bize getirdikleri aşıydı biliyor musun? Yıllar önce dünyaya geldiklerinde denize düşen uzay gemilerinin içindeki bana bahsettiğin şişe yüzünden hastalık önce sana bulaşmış ve sonra yayılmış. Aslında amaçları bu şişedeki maddeyi kendi gezegenlerinden çok uzaktaki bir gezegene götürüp orada imha etmekmiş fakat dünyaya inmek zorunda kalmışlar. Dünyada olup bitenleri öğrenince dünyaya tekrar gelmek ve aşıyı bize getirmek zorunda kalmışlar. Onlar da bizim gibiler biliyor musun? Uzaylılar aslında, ama onlar da bizim gibi görünüyorlar. Tek farkları ne biliyor musun? Sadece biraz daha uzun kolları ve ayakları var. Çok zekiler ve hatta bizden daha zekiler. Bizim dilimizi ve hatta dünyadaki tüm dilleri konuşabiliyorlar. Salgının bizi yok etmesini istemediler ve bize yardım etmeye geldiler.
-Peki, şimdi ne oldu onlara?
-Bilmiyoruz. Senin bayıldığın gün buraya gazeteciler geldi. Ben etraftaki kalabalığı fark ettiğimde uzay gemileriyle uzaklaşıyorlardı. Gökyüzünde bir ışık topu gibi uzaklaşıyordu. Sonra gazetecilerin ve insan topluluğunun içine daldım. Konuşmaları dinledim. Gemi yere inince içeriden bir adam çıkmış ve şaşkın kalabalığa bir konuşma yapmış. Korkmayın bizden, biz zararsızız ve size bir aşı getirdik demiş. Gazetecilerden bir tanesi çok meraklı ve cesurmuş ve uzaylıya yaklaşıp onunla yakın röportaj yapmış.
Aralarında geçen bu konuşmanın ardından Evrim ve Renk birbirlerine her zamanki gibi bakmaya başladılar. Sanki her şey bir anda yaşanmış ve nedensiz sanılan bir illet bir anda aydınlanmıştı. Artık yepyeni bir çağ başlıyordu. Yıllardır merak edilen uzaylılar sonunda yeryüzüne inmişler ve sonra arkalarında binlerce soru bırakarak gitmişlerdi. Artık dünyayı yeni bir salgın bekliyordu: Merak salgını.
Canan Can Pearce