hayvanat bahçesi macerası
hayvanat bahçesi macerası

Ne Büyük Bir Nimet

-Üç yıl, yedi ay, yirmi iki gün, on dört saat…

-Bunlar kalan günlerin mi sevgili dostum?

Halil yanında bir misafiri olduğunu unutmuştu. Çocukluk arkadaşı Naci’nin üzerinde gezdirdi bakışlarını. Orta boylu, sağlıklı bir adamdı Naci. Sakalları kızarmış yanaklarının bir kısmını gizliyordu. Üstünde bir palto, paltonun altında bir kazak vardı. Bahçede oturduklarından paltoyu çıkarmamıştı. Ellerinde beyaz eldivenler vardı. “Salgından korunmak için giymiş,” diye düşündü Halil.

-Evet. Bunlar kalan günlerim Naci. Az değil mi? O yüzden burada oturup kalan günlerimi içerek geçiriyorum. Her bardak fazladan birkaç saat götürüyor ama battı balık yan gider.

-Bu hastalığa yakalandığını duymak üzdü beni. Üstelik…

-Üstelik bu kadar az da vaktimin kalmış olması daha üzücü değil mi?

Naci cevap vermedi Halil’e. Halil’in karısı Sevim’in getirdiği çaydan bir yudum aldı. Sevim evde bir şeyler ile uğraşıyordu.

-Sevim’e bulaşmadı galiba.

-Hayır bulaşmadı. Bulaşmasını da istemiyor. O yüzden aramızdaki karı-kocalık da bitti. Tedavinin yakında bulunacağını düşünüyor. Çocuklar için öğrenmemek en iyisi diyor.

Halil elindeki içkisinden koca bir yudum aldı. Aslında Naci’yi çok severdi. Ama öyle bir ruh halindeydi ki kimseyle konuşmak istemiyordu. Bir an içinden Naci’yi kovmak geldi. Dönüp arkadaşını azarlayacaktı ki vazgeçti. Kalan kısa ömrünü kırgınlıklar ile geçirmek istemiyordu.

-Nasıl bulaştı Halil?

-Bir iş görüşmesinde. Tokalaşmadan. Eldivenimde yırtık varmış. Karşımdaki ahmak da hasta olduğu halde eldiven takmamış. Neden biliyor musun?

-Neden?

-Sağlıklı domuzun daha altmış yıl ömrü varmış çünkü! Umursamamış! Şimdi ben de umursamıyorum.

Ölümüne sayılı günler kaldığını bildiği halde yalan söylemişti Halil. İçkisini şişenin dibine kadar içti. Boşalan şişeyi fırlatıp attı. “Birkaç saat daha gitti,” diye düşündü. İçine oturan yalan vicdanını rahatsız ediyordu.

-Sana yalan söylemeyeceğim Naci.

-Ne yalanı?

-İş görüşmesinde bulaşmadı bu hastalık. Sevim’e anlattığım bu. Üzülmesin, beni kötü hatırlamasın diye yalan söyledim.

-Peki ne o zaman?

-Karımı aldattım Naci. Belamı da buldum.

-Ne diyorsun Halil? Hayat kadınlığı yasaklandı ya, dedi fısıltıyla Naci.

-Hayat kadını değildi. Kalan ömrünü bu hastalığı sadakatsiz erkeklere bulaştırmaya ve onların sinirlerini alt üst etmeye adamış bir kadın bulaştırdı.

Halil başına gelenlerin tüm ayrıntılarını anlattı arkadaşına. Naci anlayışla dinliyordu. Komodo Ejderi Hastalığı olarak bilinen ve bir salgına dönüşen bu hastalık insanlardan insanlara tensel temas yoluyla bulaşıyordu. Onları hasta etmiyordu, onları öldürmüyordu. Bu hastalık bulaşan kişi eceli ile ne zaman öleceğini biliyordu. İntihar etmezse veya başına bir kaza gelmezse bu dünyadan ne zaman göçeceğini saniyesine kadar hissediyordu.

-Bu kaldırılması çok zor bir yük Naci. Anlıyor musun?

-Anlıyorum Halil. Gayet iyi anlıyorum.

-Elli yıl ömrü kaldığını bilen bile dayanamıyor. Görmüyor musun haberleri! İntihar eden edene! Bu hastalık bulaşmasaydı üç yıl, yedi ay, yirmi iki gün, on bir saat sonra hık deyip gidecektim ne güzel! Ölürken haberim olacaktı öldüğümden. Ne büyük bir nimet! Öleceği zamanı bilmemek ne büyük bir nimet!

-Doğru. Öleceğimiz zamanı bilmek ölümlü olduğumuzu hatırlatıyor bize. Oysa bilmeden ölümsüzler gibi yaşıyoruz. Ben artık kalkayım Halil.

-Peki dostum.

Halil arkadaşının elini dostça sıktı. Ama insan tenine temas ettiğini anladığı anda çekti elini. Oysa Naci’nin elinde eldiven olmalıydı. Telaşla ayaklandı.

-Neden böyle bir şey yaptın Naci!

-Ben…

Naci birden hıçkırıklara boğuldu. Ama ağlaması kısa sürdü. Kendini kısa sürede toparladı. Kederli gözlerle Halil’e baktı.

-Karım Canan. Ona da bulaştı bu hastalık. Onun da beş yıldan az ömrü kalmıştı. Beklemeye dayanamadı. İntihar etti. Ben bilmek istedim. Nasıl olduğunu…

-Bilmiyordum. Başın sağ olsun. Keşke hiç bulaştırmasaydın. Peki ne kadar ömrün kalmış?

-Boş ver…

Naci başka bir şey demeden ayrıldı Halil’in yanından. Halil hışımla oturdu yerine. Yanındaki kutudan bir şişe alıp açtı. Kapağını öfkeyle fırlattı. İki, üç yudumda bitirdi şişeyi.

-Boş vermiş! Kesin elli yıl çıktı ömrü! Ulan be! Elliyi geçtim, yirmiye de razıydım. On bile olurdu. Üç ne ya! Üç yıl, yedi ay, yirmi iki gün, sekiz saat…

Emre Eryılmaz