hayvanat bahçesi macerası
hayvanat bahçesi macerası

Sevgi Ormanı

Ne masum ve mutludur şu çocuklar,
Onlar için keşfedilmemiş bir şeydir yalanlar,
Hamurları sevgiden, gözlerinde parıltı,
Keşke onlar yönetseydi dünyamızı…

Azra ve Kayra iki kardeş, hem de ikiz. İkiz olduklarına bakmayın tıpatıp benzemezler birbirine öyle. Azra, çenebaz mı çenebaz, Kayra ise hınzır ve yaramaz. Birde ağabeyleri var Arda; futbolu çok seven. Anne ve babaları için onlar birer eşi benzeri bulunmaz mücevhermiş. Harcarlarmış varını yoğunu onlar için. Hem de verirlermiş tüm sevgilerini; doğruluk ve mutluluktan yana öğütlerini her birine.

Çocuk olurda dışarıda oynamayı sevmeyen var mı? Çok isterlermiş ninelerinin köyüne gitmeyi, orada çeşit çeşit meyve ağaçlarına tırmanmayı, tavukları minicik elleriyle yemleyip, çomarla boğuşmayı ve karakaçana binip köyü dolaşmayı.

Sıkılmışlar, uzun ve sert geçen kıştan. Bahar gelince atmışlar kendilerini köye. Akşama kadar bahçede oynamak, hayvanlarla haşır neşir olmak çok güzelmiş. Anneleri de çok memnunmuş bu durumdan. Nede olsa şehirde dört duvar arasında kalan çocukları burada tabiatla barışık; hem de temiz havanın verdiği enerjilerini akşama kadar harcarlarmış. Akşam olunca da yorgunluktan zor atıyorlarmış kendilerini yatağa. Kara kara yağmur bulutları köyün üzerine çöreklenince, onlar için sıkıntı başlıyormuş. Yağmur çocuklara göz açtırmıyormuş. Onlar dışarı çıkamayınca evde ne yapar ederde vakit geçiririz, dert oluyormuş herkese. Nede olsa köy burası, ne internet var, nede TRT1’den başka televizyon kanalı. Bari Çocuk TV çıksaymış, izleyip çizgi filmleri, teselli bulacaklarmış ama ne gezer.

O gün köyün görmüş geçirmiş, yaşlı çınarı Sümbül Dede gelmemiş mi ziyarete. Gözleri parlamış çocukların onu görür görmez. Sümbül Dede onlar için kurtuluş umudu olmuş. Sümbül Dede’de masal çok.

-“Hele gelin bakayım, oturun karşıma.” demiş. Çocukları bir merak, bir heyecan sarmış; acaba Sümbül Dede bugün bize ne anlatacak diye.

-“Bana bir bardak su getiriverin, boğazımı ıslatayım ki sihirli kelimeler dökülüversin zahmetsiz dilimden.” demiş Sümbül Dede. Suyunu içtikten sonra başlamış konuşmaya:

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken, manda berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Çocuklar bu tekerlemeye bayılmışlar. Sümbül dede başlamış masala:

Büyük bir şehirde yaşayan tatlı mı tatlı iki küçük kardeş yaşarmış: Efe ile Zeynep. Babaları çok zengin olduğu için bir dediklerini ikiletmez, çeşit çeşit kıyafetler, pahalı oyuncaklar anında hazır olurmuş. Anneleri eşine, “Bu çocukları çok şımartıyorsun.” diyormuş ama bu sözler fayda etmiyormuş. Özellikle Efe, haylaz ve şımarık olduğu için sokağa çıktığında hayvanlara eziyet ediyor, kedi ve köpekleri kuyruğundan çekiştirip canlarını acıtıyor, çiçekleri kopartıyormuş. Böyle olunca, mahallede ne kadar kedi ve köpek varsa, onu görünce kaçacak delik ararmış. Mahallelinin şikâyetlerine rağmen Efe’nin uslanmaya hiç mi hiç niyeti yokmuş.

Yaz gelince babaları onları anneleri ile birlikte köydeki çiftliğe gönderiyormuş. Yine bir yaz günü çocuklar anneleri ile köydeki çiftliğe gitmişler. Çiftlikte tavuk, horoz, köpek, inek, at gibi bir çok hayvan, kiraz, şeftali, kayısı elma gibi çeşit çeşit meyve ağaçları, bahçede güller, laleler, papatyalar rengarenk çiçekler varmış. Köyde Efe’nin ve Zeynep’in birer midillisi varmış. Zeynep kendi atına şefkat ve sevgi ile yaklaşır, onu kucaklar severmiş; ama Efe kendi atına binince sürekli tekmeler, yelesinden çekermiş. Çiftlikteki herkes ona, atına bu şekilde davranmaması gerektiğini söylese de, “Size ne, o benim atım değil mi, istediğimi yaparım.” dermiş.

Çiftliğin biraz ilerisinde gizemli bir orman varmış. Ormanda, her çeşit ağaç, hayvan, kuş, börtü böcek barış içinde yaşarlarmış. Dilden dile dolaşan ama henüz kimsenin görmediği birde Orman Perisi olduğu söyleniyormuş. Günler geçmiş ve iki kardeş çiftlikte sıkılmışlar, “Ormanda çilek toplayalım, annemize sürpriz yaparız.” diyerek gizlice ormana doğru yönelmişler. Ormana vardıklarında Zeynep:

-“Efe ne olur fazla gitmeyelim annem bizi merak eder.” demiş demesine ama, Efe:

-”Korkma! Biz annem farkına varmadan bir sepet çilek ile dönmüş oluruz.” demiş. İkisi de gördükleri çilekleri ve çilek zannettikleri böğürtlenleri toplamaya başlamışlar. Şunu da alalım, bunu da alalım derken ormanın derinliklerine geldiklerinin farkına varmamışlar. Bir ara Zeynep kafasını kaldırıp geldikleri yola bakmış ama ortada ne yol varmış nede iz. Efe’ye dönmüş

-“Efe biz kaybolduk galiba, eve nasıl döneceğiz?” diye sızlanmaya başlamış. Bu sefer Efe’de telaşa kapılmış, aramış taramışlar birlikte dönüş yolu diye saatlerce gitmişler ama hep aynı yere gelmişler. Yorgun düştükleri için bir çınar ağacının dibine oturup topladıkları çileklerden, böğürtlenlerden yemeye başlamışlar. Bir ses:

-“Nooluyor, kimdir uykumu bozan?” diye seslenmiş. İki kardeş sağa sola bakmışlar, etrafa göz atmışlar ortalıkta kimse yokmuş. O ses tekrar konuşmaya başlamış

-“Şaşkınlar, konuşan benim arkanıza dönsenize!” demiş. Arkalarına döndüklerinde yaslandıkları çınarın bir insan gibi konuştuğu, hatta gövdesinde ağız, göz ve kaşları olduğunu görmüşler. Şaşkınlık ve korkuları daha da artan çocuklara çınar ağacı tekrar sormuş:

-“Neden ormana geldiniz? Ne işiniz var? Söyleyin bakalım.” Efe kekeleyerek

-“Çi çi çi çilek toplayacaktık annemize, sonra kaybolduk.” demiş. Çınar ağacı:

-“Hımmm, ne yapsak acaba, bende size yol göstersem bulamazsınız ki.” diye düşünmeye başlamış. “Buldum, buldum! Orman Perisinden yardım isteyelim, o her şeyi bilir.” demiş. Anlamsız bir sözler söylemiş, yapraklarını gök yüzüne kaldırmış, rüzgar gibi bir ses çıkarmış. Birden bire elinde sihirli bir değnek ile havada kanat çırpan bir peri belirivermiş.

-“Koca çınar, umarım beni çağıracak kadar önemli bir şey söyleyeceksindir?” demiş Orman Perisi. Çınar ağacı durumu anlatmış, çocuklara yardım etmesini rica etmiş. “Bunlar buradan giderse hem bende rahat rahat uykuma devam ederim.” demiş.

Orman Perisi şöyle dikkatle bakmış çocuklara,

-“Sen zavallı hayvanlara, ağaçlara, çiçeklere sürekli eziyet eden çocuk değil misin?” diye Efe’yi işaret etmiş. Efe utanarak, başını öne eğmiş ve hiçbir şey dememiş.

-“Size yardım ederim ama sizin önce bu yardımı hak etmeniz lazım.” demiş ve sihirli değneğini onlara doğru sallamış. Bu sırada değnekten ışıklar çıkmış ve bir anda Efe bir köpeğe, Zeynep’te bir kediye dönüştürmesin mi. Birbirlerine dönünce korku ile çığlık atmışlar ve ağlamaya başlamışlar. “Noolur bizi bırak evimize gidelim.” demişler. Orman Perisi:

-“Siz bu şekilde hayvanların neler yaşadıklarını görüp bir daha onlara kötü davranmayacağınıza söz verinceye kadar bu şekilde ormanda yaşayacaksınız.” demiş ve ortadan kaybolmuş. Bir süre bu şekilde şaşkın ve üzgün olarak orada bekledikten sonra çaresiz ormanda yol almaya başlamışlar. Yolda bir sincap görmüşler, sincap onlara “Merhaba kedi kardeş, merhaba köpek kardeş, bugün nasılsınız?” diye hatırlarını sormuş. Şaşkın vaziyette onlarda karşılık vermişler ve “Saatlerdir yolda oldukları için çok yorgun olduklarını” söylemişler. Sincap onlara “Beni takip edin, sizi ormanımızın dostluk kampına götüreyim, orada hem dinlenir hem de karnınızı doyurursunuz.” demiş.

Uzun bir süre ortalarda gözükmedikleri için annesi çocukları merak etmiş. Çiftlikte çalışanlardan onları aramalarını istemiş. Çiftliğin her yerini aramışlar ama çocukları bulmak mümkün olmamış. Çok telaşlanan anne iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamış. Çiftliğin kahyası kendisine merak etmemesini, çocukları bulacaklarını söylemiş. Çiftliğin iki köpeği varmış, biri Cesur isminde çoban köpeği, diğeri Dik Kulak isminde kurt köpeği. Cesur, son derece heybetli ve adı gibi cesur bir köpekmiş. Efe ile Zeynep’in yakın zamanda giydiği ve henüz yıkanmamış olan giysilerinden getirmişler ve Cesur’a koklatmışlar. Kahya ile birlikte üç adam Cesuru takip etmeye başlamışlar. Cesur koklaya koklaya ormanın kenarına kadar gelmiş. Gelmiş ama orman girişinde kalmış, etrafı koklamış ama hiç bir iz bulamamış. Ormanın girişinde yaşlı bir nine yaşarmış. Uzun yıllar pek çok şey görmüş olduğu için başı sıkışan ona gelirmiş. Kahya, yaşlı ninenin kapısını çalmış ve beklemeye başlamış. Kapı açılmış, elinde bastonu ile yaşlı nine gözükmüş. Ne istediklerini sormuş. Kahya olanı biteni anlatmış ve çocukların ormanda kaybolmuş olabileceğini söyledikten sonra onları koskoca ormanda nasıl bulabileceklerini sormuş. Yaşlı nine:

-“Ormana girince sadece sığla ağacının yakınında yetişen böğürtlenlerden yerseniz orman dile gelir.” demiş. Bu sözlere pek anlam verememişler ve oradan ormana doğru yönelmişler. Ormana girince arayıp tarayıp sığla ağacını bulmuşlar. Ancak birkaç tane böğürtlen bulabilmişler, çünkü böğürtlenlerin çoğunu çilek zannederek Efe ile Zeynep toplamış. Herkese birer tane böğürtlen düşmüş ve çekinerek onları yavaşça ağızlarına atmışlar. Çiğnemeye başlamışlar ve ne olup bitecek diye merakla bekliyorlarmış. Biraz sonra kalın ve derinden gelen bir ses duymuşlar:

-“Bugün ortalık insanlardan geçilmiyor, ne arıyorlar ormanımızda acaba?”

Kahya ve diğer adamlar dönmüş her tarafa bakmış ama konuşanın kim olduğunu anlayamamışlar. Bu sırada çoban köpeği Cesur konuşmaya başlamış. “Ses şu ağaçtan geliyor” demiş. Köpeğin konuştuğunu gören adamların şaşkınlıkları bir kat daha artmış ve Sığla ağacı tekrar konuşmuş:

-“Heyyy, buradayım koskoca ağacım, beni göremiyor musunuz?” demiş. Bunu duyunca korku ve şaşkınlık ile birbirlerine sokulmuşlar. Kahya bir adım öne çıkarak:

-“Siz nasıl konuşuyorsunuz?” diye sormuş.

-“Neden konuşmayalım, yeryüzünde herkes konuşur: ağaçlar, hayvanlar, balıklar, kuşlar, yoksa kendi aralarında nasıl anlaşıyorlar sanıyordun?” demiş sığla ağacı.

-“Ama insanlar ağaçların konuştuğunu duyamaz ki” demiş Kahya.

-“Evet, normalde duyamazlar ama bu ormanda herkes bir birini duyar, siz de sihirli böğürtlenleri yemiş olduğunuz için bizim dünyamıza girmiş oldunuz.” diye cevap vermiş. Kahya konuyu kayıp çocuklara getirmiş. Sığla ağacı, çocukların saatler önce burada olduğunu, ormanın derinliklerine doğru gittiklerini söylemiş. Kahya ve adamlar, köpekleri Cesur önde yola devam etmişler. Tamda kocaman bir çınar ağacının yanından geçerken çınar ağacının onlara seslendiğini duymuşlar.

-“Hey siz insanlar ve köpek, burada ne arıyorsunuz?” Bu sefer cesaretini toplayan Kahya öne atılmış ve konuşmaya başlamış:

-”Biz kayıp iki çocuğu arıyoruz, görmüş olabilir misiniz?” diye sormuş.

-“Elbette gördüm, ormanın en büyük ağacı benim, ben görmeden ben duymadan ormanda hiçbir şey olmaz.” demiş. Nerede olduklarını söylemelerini rica etmişler çınardan.

-“Söylerim söylemesine ama onları bulunca tanıyabilecek misiniz, emin değilim. Çünkü onlar kedi ve köpek oldular” demiş.Kahya, Çınar ağacının kendileri ile dalga geçtiğini düşünmüş

-“Bu şakaydı değil mi?” demiş.

-“Ben ki sekiz yüz yaşında ciddi bir çınar ağacıyım. Neden şaka yapayım, Orman Perisi onlara ceza verdi, birini kedi, diğerini köpek yaptı.” demiş.

Şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşıran Kahya, adamlar ve Cesur kısa sürede kendilerini toparlayarak orman kampına doğru yola devam etmişler. Etrafı bin bir çeşit meyve ağaçları ile çevrili, rengarenk çiçeklerle bezeli bir yoldan geniş bir çayırlık alana gelmişler. Burada her türlü hayvan gülüp oynayıp eğleniyorlarmış. Normalde bu kadar hayvanı sadece hayvanat bahçesinde: ya kafeslerde ya da tel örgülerle çevrili alanlarda gördükleri için, bu kadar hayvanın bir birleri ile kardeş kardeş yaşamasına çok ama çok şaşırmışlar. Bizler insan olduğumuz halde bir birimizle geçinemeyip kavgalar, gürültüler yaşarken hayvanların bunu başarmış olması şaşırtmış onları. “Dünyanın özlemini çektiği barış ve huzur dünyasını kurmuşlar burada” diye iç geçirmişler. Efe ve Zeynep’i nasıl tanıyacaklarını düşünürken Cesur avazı çıktığı kadar:“Efeeeee! Zeyneeeeeep!” diye bağırmış. Tüm hayvanlar bu sese dönmüş ama sadece bir kedi ile köpek koşarak yanlarına gelmiş. “Benim Zeynep, buda Efe” diye köpeği göstermiş. Sevinçle Cesur’a ve adamlara sarılmışlar. Kavuşma sevinci kısa sürede üzüntüye dönüvermiş. “Benim yüzümden kedi ve köpek olduk, artık annem ve babamı göremeyeceğim. Meğer hayvanlara ve bitkilere ne büyük zararlar veriyormuşum. Onlarında bizden farkı yokmuş, onlarda yaşayan, nefes alan, hisseden, acıkınca yemek yiyip uykusu gelince uyuyan canlılarmış. Çok pişmanım yaptıklarımdan dolayı. Hep köpek olarak kalsam da çok üzülmüyorum, ama beni en çok üzen bugüne kadar annemi babamı çok üzmüş olmam ve kötü davrandığım hayvanlardan özür dileme fırsatımın olmayışı.” diye içini dökmüş Efe. Bu sırada birden bire Orman Perisi ortaya çıkmış:

-“Çocuklar, ben sizin yaptıklarınızdan pişman olduğunuza inanıyorum, cezanız artık bitti, sizi tekrar eski halinize döndürüyorum.” diyerek elindeki sihirli değneği sallayarak ışıklar saçmış ve çocuklar tekrar insan olmuşlar. Orman Perisi oradan ayrılmadan kendisine verdikleri bu ders için teşekkür etmişler. Orman kampındaki diğer tüm hayvanlara, ağaçlara ve kuşlara kendilerine gösterdikleri dostluk ve paylaştıkları her şey için teşekkür edip veda etmişler.

Çocuklar ne dersiniz, bu olanlar Efe ve Zeynep yanı sıra yaramaz ve çevresindeki canlılara zarar veren herkese bir ders olmuş mudur? Bir düşünün, bize türlü lezzetlerde meyveler sunan ağaçlar, dünyamıza güzellik katan renk renk çiçekler ve kimi zaman en yakın dostumuz, kimi zaman en büyük yardımcımız olan hayvanlar olmasaydı; dünyamız nasıl bir yer olurdu. Öyleyse bizler dünyamızı paylaştığımız bu canlılara karşı saygılı olmalıyız.

Sümbül Dede bardağında kalan suyu da içerek masalın sona erdiğini ve artık kendisinin kalkması gerektiğini söylemiş. Çocuklar ise onun ağzından dökülen doyumsuz sözlerin bitmesine üzülmüşler ve en kısa sürede yine gelmesini istemişler.

Gökten 3 elma düşmüş,
Biri narin bir kırmızı güle dönüşmüş,
Diğeri benek benek kanatları ile uçan bir kelebeğe,
Sonuncusu ise altın sarısı bir bülbül olup en güzel şarkılarını şakımaya başlamış,

Dünyamızın ne kadar güzel bir yer olduğunu, onu sevgi ve şefkatle korumamız gerektiğini bizlere bir kez daha hatırlatmış.

Nejmi Atila