hayvanat bahçesi macerası
hayvanat bahçesi macerası

Gamlı Kralın Haklı Üzüntüsü

O gün Seyit Ağabeyi uzaktan belli belirsiz görünce açıkçası şaşırdım. Etrafına pervasızca neşe saçan, yaşam coşkusuyla dolup taşan adam gitmiş; yerine mutsuz, keyifsiz ve ruhsuz bir beden gelmişti.

Seyit Ağabey öyle nikbin bir adamdı ki çok sevdiği babası öldüğünde gözyaşlarının sağanağında gülümsemeyi başarabilmişti. “Güzel yaşadı ve güzel öldü babacağızım,” demişti.

Ama şimdi o ışıltılı gülümseme yoktu. Ölümün soğuk nefesini hissetmiş bir biçare durmaktaydı ayakta. Öğle arası ilk fırsatta yanına gitmeli ve başına ne geldiğini öğrenmeliydim.

Onu masada bir başına yemek yerken buldum. Daha doğrusu yemek yemiyor, çatalıyla keyifsiz bir biçimde yemeği didikliyordu. Artık endişelenmeye başlamıştım.

“Seyit Ağabey! Ne oldu Allah aşkına!” dedim heyecanla. Bana baktı ve “sorma!” dedi. “Ne demek ağabey sorma. Kötü bir şey mi oldu?” dedim içim burkularak. “Oldu. Çok kötü bir şey oldu!” dedi. “Bizim kızın sevgilisi varmış!” deyince olduğum yere çöktüm.

Bir kahkaha patlatıp “hadi hayırlısı” diyecektim lakin Seyit Ağabeyin acısının gerçekliği beni sarstı. Bitanecik prensesini niyeti belirsiz bir prense kaptıran bu gamlı kralın haklı üzüntüsüyle dalga geçmemeliydim.

Zihnini örten, kim bilir hangi ipe sapa gelmez düşüncelerle ilmek ilmek işlediği hüzün örtüsünün bir ucundan da ben tuttum. “Deme ağabey ya!” dedim tüm samimiyetimle. Kederli gözlerle bana baktı. “Öyle,” diyebildi güçlükle.

Emre Eryılmaz