hayvanat bahçesi macerası
hayvanat bahçesi macerası

Hatıra Yaması

Karanlık, evin içine dolduğunda gözlerini açtı. Bütün gündüz boyunca neden uyanmadığına şaşırmak istedi ama beynine yıldırım düşmüş gibi şaklayan acı, uykuyu önemsiz kıldı. Beyni, sanki milyonlarca kemirgen tarafından işgal edilmişti. Bir savaştan çıkmış gibi hissediyordu ama çevresine bakındığında kendisinden başka kimse de yoktu.

Acıya alıştığına göre artık birçok şeye şaşırabilirdi. Uyandığı ev onundu ama uykuya dalmadan önceki görkeminden eser yoktu. Hayal meyal bir gün öncesindeki evini düşündü. Tanzanit taşından yapılmış abajuru neredeydi? Değerli mücevherlerden yapılmış duvar dekorları? Bembeyaz fildişinden örülü zemin, neden şimdi çürük ahşap kokuyordu? Evi talan edilse bundan çok daha şey geriye kalırdı.

Uykuya daldığı tüy kadar yumuşak yatağı ve yastığını aradı gözleri. Üzerinde uyandığı paslı karyola ve yırtık sökük şilte yatak onun değildi.

Beynindeki bütün sinir uçlarına seyahat eden acıyı tekrar hissetti. Kırık kapının arkasındaki aynaya ilişti gözleri. Kalkmak için doğruldu ama acı sadece beyninde değildi, anladı. Bütün vücudu binlerce yıl öncesinde çöplüğe atılmış eski bir eşya kadar kullanışsızdı.

‘’Sanırım bu ben değilim. Bu ev de benim değil. ‘’ diye inledi kadın. Sesinin orada kendisiyle olmasına sevindi. Bu yıkık sahnede sesi de boğazındaki kopuk tellerin ardında kaybolabilirdi pekala.

Doğruldu. Bu haliyle kendisini şarjlı pilleri bitmiş oğlunun oyuncağına benzetti.

Oğlu?

Ferit neredeydi? Gül esansı kokan yumuşacık giysileriyle neden ortalıkta koşturmuyordu Ferit?

‘’Ferit! Uyanmadın mı oğlum?’’

Sesi, harabe evin içinde yankılandı, kırılıp dökülerek yuvasına geri döndü.

Tüm gücüyle ayağa kalktı. Fasulye çalısının bağlandığı sırığa ihtiyaç duydu o an. Yürümekle sürünmek arasında gitti geldi. Kapının önünden geçip oğlunun odasına geçmek istedi.

Ama bir şey onu durdurdu. Aynadaki yüzü… Aynaya gözü ilişince derin bir çığlık attı.

Uyumadan önce beline kadar inen hardal sarısı parlak saçları vardı. Işıldayan teninde Kafkas Dağları’ndaki kar kadar parlak hareler vardı. Kehribar gözlerindeki büyü, narçiçeği dudağındaki destanla uyum içindeydi. Uyumadan önce öyleydi.

Şimdi gördüğü kadın kimdi? Renksizliğe meyilli seyrek saçları, çökmüş buruşuk avurtları, ışığı sönmüş kısık gözleri…

‘’Bu bir kötü rüya olmalı.‘’ dedi içinden. Kendisine acıyla inleyerek baktı. Bakışları kapının gerisine, oğlunun odasına yöneldi. Açık pencereden içeri sızan rüzgârın ıslığını duydu. Oğlu orada değildi. Odası da zaten bir oğulun barınacağı yer değildi. Duvar kâğıtlarının küf kokan kirli yeşilini gördü.

Sürünerek Ferit’in odasına girdi. Duvardaki resme gözleri ilişti. Gülümseyen sarışın bir çocuk vardı resimde. Ahşap çerçeveyle resmin buluştuğu yerdeki yazıyı okudu:

‘’2019- 2029’’

Çığlığı odadaki rüzgârı dışarı kovdu. Dün kopardığı takvim sayfasını hatırladı: 13 Temmuz 2035.

Altı yıldır Ferit yok muydu? Bu mümkün değildi. Ferit dün onunlaydı. Bu odada akrilik boyayla taşlarını boyuyordu. Şu kirli yeşil duvar böyle değildi elbette. Şurada tertemiz yatağı, oyuncak sepeti, robot arkadaşı vardı.

Evin tümü gibi kendisi ve oğlu da bir gün içinde tümüyle değişmişti.

Zihni yine acımasız oyunlara mı başlamıştı yoksa? Düne kadar yaşadıkları rüyaydı da gerçek olan şu an mıydı? Uyandığında beynine düşen o yıldırım, vücudunu kemiren o sızı… Oğluyla muhteşem bir hayat yaşadığı o dünya daha dün kadar yakındı. Tadı henüz zihninin kıvrımlarından çekilmemişti.

Bir anlam yükleyemedi olana. İki katlı evinin içi bu kadar değişmişse dışarısı nasıldı? Kapıya yöneldi. Başarabilse kapıyı açacak, dışarıdaki hayatın neye dönüştüğüne bakacaktı.

Yığıldı. Geçici bir felç değilse yaşadığı, bundan sonra kuruyup ölene kadar burada kalacaktı.

O anda kapı açıldı.

Gözlerinin kıyısından kapıya gelen yaşlı adamı ve yanındaki genç adamı gördü. Onları tanıyordu. Ama zihni şu an ona istediğini veremeyecek kadar sahipsizdi.

‘’Verda! Yama kapsülünü almayı unutmuşsun. Yardımcım listeyi kontrol etmese kimbilir ne kadar süre zihnin yamasız kalacaktı.’’

Yaşlı adamın neyden bahsettiğini anlayamadı. Yardımcı genç, çantayı açtı. Küçük bir paketin içinden şeffaf bir kapsül çıkardı.

‘’Hemen değil, önce bedeni kapsüle hazır hale gelmedi. Tam bir gün gecikmiş. Önce hazır hale gelmeli.’’ dedi yaşlı adam.

Çantasından üstünde ‘’AA-Vf’’ yazan sıvı şişesini çıkardı. Bir parça pamuğa sıvıdan damlatıp kadının burnuna gömdü.

Kadın birazdan eskisinden daha iyi hale gelecekti. Vücudundaki virüse barışık sıvı, burnundan beynine geçecek onu kapsüle hazır hale getirecekti.

Yıllar önce laboratuvarda bu sıvının ilk bulunduğu günü hatırladı o an. Beynin kan bariyerini geçmesi için birçok madde üretmişlerdi. Beyne ulaşmak o zamanlar zordu. İlaçların çoğu beyne ulaşmadan insan vücudunun içinde parçalanıp işe yaramaz hale geliyordu. Beyin, geçirgen olmayan bariyerle ilaçlarla savaş halindeydi. Hiçbir kimyasal, nörodejeneratif hastalıklara çare olamıyordu. Kafatasını delip beyne enjekte etmek, artık çağdışı bir yöntemdi. İşte nöorparçacık yöntemiyle beyne ulaşacak ve yararlı teslimatları yapabilecek protein kabuğuna sahip bu virüsleri üretmişlerdi: AA-Vf.

Tıp alanında ‘’çağın buluşu’’ denilen bu virüs, fareler üzerinde olumlu sonuçlar vermişti. Ama insanlar üzerinde… Tam bir felaket yaşanmıştı. Virüs, ilk zamanlarda Parkinson hastası insanlara enjekte edilmiş, başarılı sonuçlanmıştı.

Fakat kimsenin beklemediği ve ihtimal vermediği bir gelişme yaşanmıştı. Virüs, evrimleşip yeni yetenekler kazanmıştı. Kısa zamanda bulaşıcı hale evrilip tüm insanlığa felaketi götürdü. Şehirler, ülkeler, kıtalar… Virüs, insanlardan ve insanların yaptığı diğer her şeyden daha hızlıydı, daha güçlüydü. Bulaştığı bedenlere ölümü sunmuştu.

2029 yılı, insanlığın yeni başlangıcı kabul edilmişti. İnsanlıktan geriye kalan birkaç bin insan… Ve sağ kalanlar, yarı felç bir hayat sürüyordu. Yatağa bağlı bir hayat…

Yaşlı adam, acıyla hatırladı yakın geçmişi… Bütün bu yıkımın aktörlerinden biri olduğu için yüreğinin diplerinde bir acı hissetti. Eğer bu felaketten sonra üzerinde aylarca çalışıp bulduğu kapsül olmasaydı vicdan azabından ölebilirdi bile. Bulduğu şey olağanüstü bir yenilikti: Hatıra yaması.

Yatağa bağlı insanlar, hatıra kapsülüyle aylarca önceki hayatlarının benzerini yaşardı. Yıkımda ölen çocukları, eş ve akrabaları kapsülden sonra geri geliyordu. Aslında hepsi karanlık hastane odalarında bir yatağın içindeydi. Ama kapsül, zihinlerinde bir yaşam formu oluşturuyordu. Genlerinden arda kalan özelliklerine göre her birine ayrı bir hayat sunuyordu üstelik.

Kapsülü geliştirip yeni özellikler de eklemişti. Yamaya dilediği yaşam formunu yükleyebiliyordu. Eşsiz eşyalardan oluşan konforlu bir hayat mesela… Dünyada nadir bulunan değerli taşlardan ve madenlerden bir ev dolusu eşya…

İşte Verda’nın kapsülü buydu. Yıkımda kaybettiği oğlu Ferit, hatıra yamasında yaşamaya devam ediyordu. Ve Verda’nın genlerindeki zenginlik düşkünlüğü kapsüle en donanım olarak yüklenmişti. Muhteşem bir ev, muhteşem bir hayat…

Kapsül, bedende yavaş salınıyordu, bir yıl sonra yenilenmesi gerekiyordu.

‘’Ah Verda, her sabah uyandığında içtiğin gül yaprağı çayının içindeydi kapsül sıvısı. Neden dün sabah içmedin çayı?’’

Genç yardımcı, bu arada yaşlı adama ve kadına baktı. Yaşlı adam, bu evde farklıydı. Kadına farklı bir bakışı vardı. Ve bu eve girdiğinde titriyordu elleri. Adamın hastane odalarındaki hiçbir insana bu hislerle yaklaşmadığını çok iyi biliyordu. Adamın cam gibi pürüzsüz tenindeki kızarıklığını, zeytin yeşili gözlerindeki kederini sadece bu evde görmüştü.

Verda gözlerini araladı. Burnundan beynine geçen pamuktaki kokuyla oturacak dermanı bulabilmişti. Karşısındaki adama baktı, yaşlar gözlerinin kıyısında birikti. Sıktığı dudaklarını serbest bıraktı ve boğazının karanlığından bir çığlık yükseldi:

‘’Sen öldürdün Ferit’i! Kendi oğlunu öldürdün!’’

Yaşlı adam, kadının ellerini avucunda sakladı. Genç yardımcısının görmesini istemezdi ama artık ağlıyordu.

‘’Beni affetmeyeceksin değil mi Verda? Ama ben sadece senin için farklı bir dünya kurdum. Diğer tüm hastalar, hastane odalarında kendi hatıralarını yaşarken sana evini verdim. Hatıralarındaki her şeyle birlikte evin de var. Ferit hatıralarında yaşıyor. Oğlumuz… ’’

Verda başını salladı. Şimdi her şeyi hatırlıyordu. Kocasının geliştirdiği virüsün tüm insanlıkla birlikte oğlunu da elinden aldığını hatırlıyordu. Ona sahte bir yaşam vererek her şey yolundaymış gibi bu yıkık evde yaşadığını biliyordu. Birazdan kanına girecek kapsülün onu tekrar sahte bir cennete götüreceğini de…

Ellerini çekti adamın avucundan.

‘’Hayır, kapsülü istemiyorum. Yama istemiyorum. Ferit’in anısıyla ölene kadar yalnız kalmak istiyorum.’’

Yaşlı adam boğazında gezine kelimeleri salmak istedi ama kadın kararlıydı. Belki de buna hakkı vardı. Oğluyla vedalaşmamıştı bile. Onu kaybettiğinden beri her yıl tekrarlanan yamayla sahte bir mutluluğun içindeydi.

‘’İstediğin buysa eğer.’’ dedi adam. Ayağa kalktı.’’Buna hakkın var. Oğlumuzun anısıyla yüzleşmeye hakkın var.’’

Genç yardımcı, kapsülü küçük pakete geri yerleştirdi. Kapıya yöneldi.

Yaşlı adamın kendisini izlediğini ve birazdan onunla birlikte kapıdan çıkacağını biliyordu.

Kadının bir daha sahte cenneti istemediğini de…

Ve sokağa taşacak çığlıkları da…

Alaaddin Beken