hayvanat bahçesi macerası
hayvanat bahçesi macerası

Uzun Oğlan ve Su Perisi

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten. Annem evde bekler imiş, sırtıma dağlar yükler imiş. O da yalan bu da yalan. Bu masal aklımda kalan. Çıktım tavan arasına. Buldum içi su dolu kırık bir testi. Kulağımı dayadım, içinde rüzgârlar esti. Buldum eski bir sandık. Anahtarı nerede? Kulağıma fısıldadı melekler, anahtarı karşıki derede. Eyvah dedim koptu bir fırtına. Koşup bindim karıncanın sırtına. Karıncanın sırtında bulutlara kadar çıktım. Ay dedeyle top oynadım, acıktım. Dere gibi hoşaflar içtim, dağlar gibi pilav yedim doymadım. Ambar ambar dolaşıp yediklerimi saymadım. Düştüm iğne deliğine, bilmem nasıl çıkalım. Size bir masalım var çocuklar, kulak verin bakalım.

Bir zamanlar kaf dağının eteklerinde bir köyde yaşlı bir kadınla bir oğlu yaşarmış. Yaşlı kadınla oğlunun bir küçük evleri, birkaç tavukları ve bir de inekleri varmış. Kadın yumurta ve süt satarak geçimini sağlarmış. Oğlunun boyu, köy yerinde diğer çocuklara göre uzun olduğu için kadının oğluna, uzun oğlan derlermiş. Yaşlı kadın ilerlemiş yaşına rağmen çalışmaktan çekinmezmiş. Uzun oğlan ise son derece tembelmiş ve çalışmaktan nefret edermiş. Akşama kadar evin içinde ya da bahçedeki ağacın gölgesinde miskin miskin yatarmış. Annesinin bu yaşta çalışmasına hiç aldırmazmış. Keyfine çok düşkün olan uzun oğlan sabah saatlerinde annesi işe gitse de yerinden kalkmaz, öğlene kadar yatarmış. Kalktıktan sonra da akşama kadar sinek avlar, fare kovalar, daha güneş batar batmaz, bir kedi gibi ocak başında kıvrılıp yatarmış. Uzun oğlanın annesi bu durumdan çok şikâyetçi imiş ama evladı olduğu için de bir şey yapamıyor, evladına kızamıyor, elinden bir şey gelmiyormuş.

Bir gün uzun oğlanın annesi hastalanmış, yataklara düşmüş ve yerinden kalkamaz hale gelmiş. Annesinin bu halini görmesine rağmen yine de çalışmak istemeyen uzun oğlana annesi seslenmiş.

─Uzun oğlan uzun oğlan, ahırdaki sarı kıza saman ver, ırmaktan da bir kova su getir” demiş. Uzun oğlan yattığı yerde bir sırtını kaşımış bir karnını kaşımı ve annesine

─Aman ana, uyuyorum şurada bozma uykumu.

demiş. Bu duruma çok üzülen kadın bir yandan da öfkelenmiş ve yanı başında duran bastonunu uzun oğlana doğru fırlatmış. Annesinin bu kadar öfkelendiğini gören uzun oğlan homurdana homurdana yerinden kalkmış ve ahıra doğru yönelmiş. Birkaç gün bu ineğin yanına uğramayım diyerek bir kalbur yerine birkaç kalbur saman dökmüş ineğin önüne. Boş kovayı da alıp su doldurmak için evlerinin altından akıp giden ırmağa doğru yönelmiş. Bir yandan şimdi bu kovayı doldurmak için akıp giden suya eğileceğim, kovanın dolmasını bekleyeceğim, geri kalkacağım, ahıra kadar yürüyeceğim, ineğin önüne kovayı tekrar koyacağım diye düşünüyormuş. Yapacak olduğu iş çok basit olmasına rağmen bu işi gözünde o kadar büyütmüş ki sanki dağları sırtında taşıyacakmış gibi zor geliyormuş kendisine. Bu şekilde düşüne düşüne ırmağın kenarına kadar varmış. Of diyerek puf diyerek bir süre dikilmiş suyun başında. Olduğu yere kıvrılıp yatmak istiyormuş. Dizlerini sıvamaya bile üşenmiş ve paçaları ıslanacak şekilde suyun içerisine kadar girip kovayı doldurmaya başlamış. O sırada suyun üzerinde çırpınan bir arı gözüne çarpmış. Arı suyun üzerinde çırpınıyor, suya batmamak ve boğulmamak için çaba sarf ediyormuş. Uzun oğlan arının bu durumunu görünce önce umursamamış. Ancak arının hayata tutunmak için göstermiş olduğu olağanüstü çaba uzun oğlanın dikkatini çekmiş. Yine de şimdi kim uğraşacak kurtarmak için, belki de kurtarırken elime iğnesini batıracak diye oralı olmamış. Neden sonra arı ile göz göze gelmiş uzun oğlan. Arının o hali uzun oğlanı çok üzmüş ve avuçlarının içerisine arıyı alıp suyun kenarına bırakmış. Arı, suyun kenarında bir süre beklemiş ve kanatlarını kurutmuş. Bu süre içerisinde uzun oğlan da kovaya suyu doldurmuş ve ırmağın başından ayrılmak için ilk adımını atmış. Uzun oğlanın az evvel suyun içerisinden çıkardığı arı kanatlarını güçlü bir şekilde çırpmaya başlamış. Arı kanatlarını çırptıkça her yer parıldamaya ve rengârenk olmaya başlamış. Etrafında bir ışık demeti oluşturan arı birkaç saniye sonra bir peri kızına dönüşmüş. Uzun oğlan ilk önce umursamamış, gördüğü güzel rüyanın etkisinden kurtulamadığını düşünmüş. Hatta hala uykuda olduğunu bile sanmış. Altın sarısı saçları beline uzanan, ay yüzlü bir güzelin yosun yeşili gözlerle kendine baktığını görünce ne yapacağını şaşırmış bir anda. Eli ayağına dolaşmış, dili damağına yapışmış, rüyada olduğunu düşünmüş yeniden. Şimdiye kadar gördüğü rüyaların en güzelini görmekte olduğunu, karşısında ki bu güzelin de rüyasını süsleyen peri kızı olduğunu düşünmüş. Bu peri kızı o kadar güzel, o kadar güzelmiş ki, yüzü aydan daha aydınlık, güneşten daha parlakmış. Bu güzel yüzü ile peri kızı uzun oğlanın adeta yüreğini yakıp kavurmuş bir anda. Uzun oğlan bir süre bu şaşkınlıktan kurtulamamış ve yaşadığı bu anın rüya olduğunu düşünmüş. Uzun oğlanın şaşkınlığını gören peri kızı

─Korkma uzun oğlan, rüya değil bu gerçek. Beni kurtardın, bana hayat verdin. Ben de sana çok şey borçluyum. Dile benden ne dilersen

demiş. Uzun oğlan ya bu, tembelliğinden vazgeçer mi. Elindeki su kovasını yere bırakmış ve ─Şu kovayı ahıra götürüver, sarı kızı sulayıver. Başka da bir isteğim yok senden

demiş. Peri kızı parmaklarını birbirine sürterek şaklatmış ve uzun oğlanın önündeki su dolu kova birden kaybolmuş. Kendisine şaşkınlıkla bakan uzun oğlana dönmüş ve gülümseyerek

─ Kovadaki suyu ahıra götürdüm, sarı ineği de suladım, istediklerini yerine getirdim.

demiş. Daha sonra etrafındaki ışıklarla beraber yavaş yavaş kaybolmuş ırmağın perisi. Uzun oğlan kovayı tekrar taşımayacak olmanın sevincini yaşayarak evine doğru yönelmiş. Ama yol boyunca perinin ay yüzünü, yosun yeşili gözlerini, altın sarısı saçlarını ve gülümseyişini düşünmüş. Ne yaptıysa ne ettiyse aklını o ırmakta gördüğü periden ve perinin güzelliğinden alamıyormuş. Eve geldiğinde annesini ayakta ve sağlıklı bulunca çok şaşırmış ve sormadan edememiş.

─Anne sen az evvel hasta değil miydin, ayağa kalkacak halin yoktu. Şimdi çok iyi gözüküyorsun.

demiş. Gerçekten annesinin yüzünde bir tebessüm, hiç görmediği bir mutluluk varmış. Annesi

─Ah uzun oğlanım, ah benim tembel oğlanım. Sen suya gidince bir arı girdi evimizin içerisine. Elimin üzerine kondu. İğnesini batırdı. Ama hiç canımı yakmadı. Aksine dizlerime derman geldi, kollarıma da güç geldi. Ben de şaşırdım oğul

demiş. Uzun oğlan annesine hiçbir şey dememiş. Ertesi gün, hiç yapmadığı bir şeyi yapıp annesi göndermediği halde eline su kovasını alıp yine aynı yere, ırmağın başına gitmiş. Ay yüzüne âşık olduğu periyi beklemiş. Sonraki gün, daha sonraki gün, ondan sonraki her gün beklemeye başlamış. Oraya gittiği her gün peri kızına olan sevdası biraz daha artmış. Ama ırmak perisi uzun oğlana hiç gözükmezmiş. Uzun oğlan onunla konuşup, onu ilk gördüğü andan beri yüreğinin nasıl yanıp kavrulduğunu, onu ne çok sevdiğini anlatıp, onunla evlenmek istediğini söylemeyi düşünüyormuş ama peri bir türlü karşısına çıkmıyormuş. Kafasındaki bu düşünceler, büyüyüp çoğalarak içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamış ve böyle beklemekle olmayacağını düşünerek uzun bir yola çıkmaya karar vermiş.

Uzun oğlan az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir gün gitmiş, bir de bakmış ki arpa boyu yol gitmiş. Yol boyunca hep o peri aklına geliyor, ona kavuşma ümidi ile yol adımlarını atıyormuş. Uzun oğlan bu memleket benim, şu memleket senin gezip dururken yabancı bir çobana rast gelmiş. Bir de bakmış ki çoban, yalnız başına değilmiş, yanında iki arkadaşı daha varmış. Üç çoban bir olmuşlar ağaca bağladıkları bir köpek ile kediyi ha bire dövüyorlarmış. Uzun oğlan her zaman ki gibi önce tembelliği yüzünden hiç oralı olmak istememiş, aman kim uğraşacak diyerek. Ama yufka yürekli olduğu için çobanların hayvanları acımasızca dövmelerinden rahatsız olmuş ve zavallı hayvanların önüne atılarak çobanlara çıkışmış.

─Zavallı hayvanlardan ne istiyorsunuz, neden dövüyorsunuz bu hayvanları, sizin hiç merhametiniz yok mu?

diye sormuş. Çobanlar da uzun oğlana doğru dönmüşler, hiddetle ve sinirli bir şekilde;

─Bu köpekle kedi bizim ekmeğimizi yedi, biz onun yüzünden aç kaldık bu yüzünden dövüyoruz onları.

diye karşılık vermişler. Uzun oğlan şaşırmış, bir ekmek için hiç hayvan dövülür mü diyerek.

─Yazık şu hayvanların canı var, ama ağzında dili yok. Ben sizi azığımdaki ekmeklerin hepsini size vereyim de onları dövmeyin.

demiş. Çobanlar razı olmuş, hayvanlara vurmayı bırakmışlar. Çobanların dövdüğü köpek ve kedi uzun oğlanın yüzüne bakmış kurtuluş sevincini parlayan gözleri ile anlatmış.

Uzun oğlan umudunu hiç yitirmeden yürümeye devam etmiş. Karşısına gürül gürül akan bir nehir çıkmış. Bu nehri de tek başına geçmesi imkânsızmış. Nehrin karşısında da boş bir sandal duruyormuş. Yolunun burada bittiğine ve daha uzaklara gidemeyeceğine inanan uzun oğlan bir taşın başına oturup ağlamaya başlamış. Ben artık ne yoluma devam edebilirim ne de su perisine bir daha kavuşabilirim bulabilirim diyerek gözlerinden boncuk boncuk yaş akıtıyormuş. Bir süre geçtikten sonra yanına birilerinin yaklaştığını hissetmiş, gözlerinin yaşını eliyle silerek etrafına bakınmaya başlamış. Bir de ne görsün. Çobanların elinden kurtardığı o zavallı köpek ve kedi birlikte uzun oğlanın yanına yaklaşmışlar. Kedi uzun oğlanın dizlerine sürtünerek ona minnetini dile getirirken köpek de uzun oğlanın ellerini yalayarak teşekkürlerini sunmuş. Daha sonra kedi ile köpek dile gelerek;

─Sen bizim hayatımızı kurtardın. Yaptığın bu iyilik karşılıksız kalmayacak.

demişler. Uzun oğlan şaşkınlığını atarak “Ben bu iyiliği karşılık bekleyerek yapmadım. Bu benim görevimdi” cevabını vermiş. Kedi ile köpek uzun oğlan bu iyi niyeti karşısında son derece duygulanmışlar. Biraz evvel neden ağladığını sormuşlar. Uzun oğlan da başına gelenleri bir bir anlatmış. Çobanların dayağından kurtulan iki hayvan kendilerine yapılan bu iyiliğin altında kalkamayacaklarını onun için ellerinden geleni yapacaklarını söylemiş. Kedi ile köpeğin yardım etme konusundaki ısrarlarına dayanamayan uzun oğlan, iki sevimli hayvanın yapacak olduğu yardımı kabul etmiş. Kedi ile köpek bir süre düşünmüşler ve akıllarına bir fikir gelmiş. Uzun oğlana önlerinde gürül gürül akan nehri geçip karşı tepeyi aştığı zaman karşısına çıkacak çiftliğin sahibi ile görüşmelerini söylemiş.

─O çiftlik iyilikler çiftliğidir. Orda sana yardım edecek bir dede var. O dedeye bizim gönderdiğimizi söylersen sana istediğini verecektir.

demişler. Uzun oğlan umutsuz bir şekilde önünden gürül gürül akarak geçen nehri göstererek;

─İyi de ben bu nehri geçemem. Bir köprü bile yok yakınlarda, yüzme de bilmiyorum ben, ne bu nehri aşabilirim, ne de o çiftliğe ve dedeye ulaşabilirim

diyerek umutsuzluğunu dile getirmiş. Derken kopek son derece kararlı ve cesur bir dille;

─Ben kedi kardeşle nehri yüzerek geçebilirim. Oradan karşıya çıkar sandalı beraber nehirden geçirir ve sana ulaştırabiliriz.

demiş. Uzun oğlan köpeğin bu teklifini kabul etmiş ve merakla beklemeye başlamış. Çobanların dayağından kurtardığı o zavallı kedi nehrin şiddetle akışından çekinmemiş ve köpeğin sırtına çıkmış. İki hayvan zor da olsa karşıya geçmeyi başarmışlar ve sandalın ucunda ipi ağızlarıyla çekerek sandalı nehrin diğer yakasına ulaştırmayı başarmışlar.

Uzun oğlan binlerce kez teşekkür ederek kedi ve köpeğin yanaklarından sevgiyle öperek kendisine sunulan sandala binmiş ve azgın nehri bir çırpıda geçerek nehrin karşısına ulaşmış. Kendisine tarif edildiği üzere karşı tepeyi aşmış. Karşısına minik, minik olduğu kadar da yemyeşil ağaçlarla dolu bir çiftlik çıkmış. Çiftliğin ortasında küçük bir kulübe dikkatini çekmiş. Çekingen adımlarla kulübeye ulaşıp kapısını çalmış. İçeriden cılız bir ses kapının açık olduğunu, içeriye girmesini söylemiş. Uzun oğlan kapıyı açtığı zaman kar beyaz sakalları göğsüne kadar uzanan bir dedeyle göz göze gelmiş. Dede yattığı yerden kalkamayacak kadar hastaymış. Titreyen dudaklarıyla ve yine o cılız ses tonuyla;

─Hoş geldin uzun oğlan

demiş. Uzun oğlan, nefesi hırıltıyla çıkan bu nur yüzlü dedenin hasta olduğunu daha görür görmez anlamış. Dede boğuk boğuk öksürüyormuş. Yerinden kalkamayacak kadar bitkin olan dede elleriyle masanın üzerinde duran testiyi işaret ederek bir bardak su istemiş. Uzun oğlan, dedeyi hafif doğrultarak özenle suyunu dedeye içirtmiş. Gözlerinden mutluluk gözyaşı damlayan dede;

─ Ne vakittir çocuklarımı bekliyorum gelmiyorlar. Açım, susuzum kimse beni düşünmüyor artık

diyerek sitemini dile getirmiş. Uzun oğlan şaşkınlığını gizleyememiş. Bir insan nasıl babasını unutur, nasıl bir yudum su vermeyi kendisine çok görür diye düşünmüş. Dede’ye en çok hangi yemeği sevdiğini sormuş. Dede titreyen sesiyle mercimek çorbasını çok özlediğini, söylemiş. Uzun oğlan hiç üşenmeden pişirdiği çorbayı kendi elleriyle dedeye içirmiş. Kulübenin içerisine yayılan mis gibi çorba kokusu dedenin yüzüne renk getirmiş Açlık ve susuzluktan dermanını yitiren dede sıcak çorbanın ve ilginin karşısında kendine gelmiş ve toparlanmış. Dede kendisine karşılık beklemeden yapılan bu iyilik karşısında çok sevinmiş ve duygulanmış. Uzun oğlanı yanı başına çağırarak

─İyilik çiftliğinde iyilik dedenin kapısını çalman ve ona tertemiz duygularla yemek pişirmen karşılıksız kalmayacak.

demiş. Uzun oğlan her zaman ki gibi bu iyiliği herhangi bir karşılık beklemeden yaptığını dile getirmiş. Nur yüzlü dedeye bu yola neden çıktığını, su perisine olan aşkını ne bir eksik ne bir fazla, her şeyi ilk günden itibaren, olduğu gibi anlatmış. Nur yüzlü dede sessiz bir şekilde uzun oğlanı dinledikten sonra uzun beyaz sakalını sıvazlayarak

─ O periye kavuşmak istiyorsan kırk gün kırk gece onu gördüğün ırmaktan o çevredeki bütün ağaçlara su taşıyacaksın.

demiş. Uzun oğlan imkânsız ben yapamam, ben üşenirim, ben yorulurum diyecek olmuş ama su perisine olan aşkından ötürü tamam demiş ve su perisini ilk gördüğü yere dönerek çevredeki ağaçlara kova kova su götürmeye başlamış. Kırk gün kırk gece boyunca hiç üşenmeden bu işi yapmış. Elleri kan revan içerisinde kalmış, avuçları şişmiş, kolları çok ağrımış. Ama yine de kararlılığından hiç vazgeçmemiş. Kırkıncı günün ve gecenin sonunda su perisi suların içerisinde yıldızlar saçarak çıkagelmiş uzun oğlanın karşısına. Peri ay gibi parlayan yüzü ile uzun oğlana uzun uzun bakmış. Çalışkanlığı ve azmi ile gurur duyduğu uzun oğlana ellerini uzatmış. Uzun oğlan su perisi kırk gün gün kırk gece bir düğün yaparak evlenmişler, ırmağın kenarında küçük şirin bir eve yerleşmişler. Uzun oğlan ve su perisinin çalışkan nur topu gibi çocukları olmuş ve hep mutlu yaşamışlar. Bir gün kim bir ağaç dikerse veya kurumuş bir çiçeğe su verirse uzun oğlan, su perisi ile sevimli çocukları onlara uzaklardan mutlaka el sallayacaktır. Gökten üç tane elma düşmüş. Birisi çok ama çok çalışkan olanların başına, birisi karşılıksız iyilik yapanların başına, birisi de sizlerin başına olsun.

İbrahim Şaşma